İkinci Viyana Kuşatması'ndan beri geri çekilen Türk orduları, neredeyse 300 yıl sonra, 30 Ağustos 1922'de, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde kazandığı Büyük Zafer ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini sağlamlaştırdı. Bu zaferi getirmede, Atatürk'ün sahip olduğu belirli karakteristik özellikler de doğrudan etkili oldu. Atatürk’ü hayatta ve liderlik yaptığı insanlarla birlikte zafere taşıyan özellikler onun hayata bakışını doğrudan yansıtıyordu.
İdeallere bağlılık
Azimli bir lider olarak Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu'nda okuma yazma oranlarının düşük olduğu, savaştan bıkmış ve yorgun düşmüş bir toplumu birleştirmeyi başardı. Askerlik mesleğinde ve politikada birçok kişi onu rakip olarak görüp gücünü kırmaya çalışırken, hatta ona karşı birleşirken, Atatürk halkı arkasına almayı ve azimle planına sadık kalmayı tercih etti. Üstlerinin, 1. Dünya Savaşı'ndaki cephelerdeki başarılarını göz ardı etmeye çalışmalarına ve askerin politikaya karışmasına engel olmalarına rağmen, Atatürk hiçbir zaman mesleğine ve ideallerine küsmedi. Herkes ve her şeye rağmen kendi ideallerine sadık kalmayı seçti.
Öncelik strateji
Atatürk, stratejiye uygun şekilde kendi hayatını ve liderliğini şekillendirdi. Yeri geldiğinde güç kullandı, yeri geldiğinde ise aklı gücün önüne koydu. Örneğin, Büyük Zafer’den sonra bile, İstanbul ve Boğazlar gibi stratejik bölgeler hâlen Müttefik güçlerin kontrolü altındaydı. Bu durum, Atatürk'ü diplomasiye yönelmeye zorladı. Askeri bir çözüm yerine, akıllı ve sabırlı bir diplomatik yaklaşımla barışı sağlamak gerekiyordu. Bu süreçte, Atatürk, İngilizlerle doğrudan bir çatışmadan kaçınmak için dikkatli bir strateji izledi. Güçlü bir askeri varlık sergileyerek, diplomatik masada elini güçlendirmeye çalıştı. Mudanya Mütarekesi'nin imzalanması, bu dikkatli ve stratejik yaklaşımın bir sonucuydu.
Katılımcı lider
Atatürk, iyi bir dinleyici olarak, doğru ve değerli kişileri çevresinde tutmayı her zaman önemserdi. Bu kişilerden içgörüler almayı, değerlendirmeler yapmayı ve istişare kültürünü asla bırakmadı. Son kararı veren lider olsa bile, savaşın en kritik anlarında dahi yakın çevresindekilerin fikirlerine danıştı. Büyük Taarruz'da uygulanan strateji, SAD planı ve manevralar da bu istişare kültürünün ve Türk ordusunun kurmay aklının bir ürünüydü. Atatürk'ün bu danışma ve dinleme alışkanlığı, onun başarılarının ardındaki önemli faktörlerden biriydi.
Herkesten ilerideydi
Atatürk, çizgi dışı bir karaktere sahipti; yenilikleri, çağdaş fikirleri ve uygulamaları benimseyen, geleceğe yönelik akışı elinde tutan bir liderdi. Eskiyen ya da geleceği olmayan süreçlerde çözüm aramak yerine, her zaman ileriye yönelik düşüncelerle hareket etti. Bu yaklaşım, onun hayata bakışını da yansıtıyordu. Atatürk, toplumdan farklı düşünen, farklı olanı görebilen bir insandı. Bu özellikleri nedeniyle sosyal çevresinde bazen yalnızlaşabiliyordu. Falih Rıfkı Atay'ın, "Atatürk bir nehr-i muazzam gibi cûş etti; fakat çorak yerde akıp gitti." sözüyle kastettiği tam olarak buydu. Atatürk, herkesten daha dinamik, farklı ve ileriye dönük düşünebilen bir liderdi.
Esas savaşı
Atatürk, Büyük Zafer'den sonra bile esas savaşın yeni başladığını belirten bir liderdi. Onun için savaş ve muharebede başarı, nihai bir amaç değil, sadece bir araçtı. Asıl hedefi, topluma çağdaş bir uygarlık ülküsü aşılamaktı. "En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır. Gerçek kurtuluş, ancak cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur," diyerek, esas amacının çağdaş, kültürlü ve erdemli bir toplum yaratmak olduğunu vurguladı. Kendi karakteri, sadece savaş meydanlarına indirgenemeyecek bir kültür ve ruh taşıyordu.