0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Trump’ın tarifeler çağı: ‘Önce Amerika’ nasıl bir silah haline geldi?

Görüş: Erkin Öncan

ABD Başkanı Donald Trump, 2 Nisan günü yaptığı açıklamayla uluslararası ticaret düzenini sarsan yeni bir dönem başlattı. İlan ettiği yeni gümrük vergilerini ‘Kurtuluş Günü’ olarak nitelendiren ABD Başkanı, yaklaşık 60 ülkeye karşı kapsamlı gümrük tarifeleri uygulamaya başlayacaklarını duyurdu. 

Trump, Beyaz Saray’daki enerji forumunda yaptığı açıklamada, ABD ile ticaret yapan ülkelerin artık ‘özel ikili anlaşmalara muhatap olacağını’ söyledi. Daha sonra başka bir açıklama daha yapan Trump, “Bu ülkeler arıyor, kıçımı yalıyorlar, bir (ticaret) anlaşması yapmak için can atıyorlar. ‘Lütfen, lütfen efendim, bir anlaşma yapmamıza izin verin, ne isterseniz yaparım ne isterseniz yaparım efendim’ diyor” ifadeleriyle, yeni dönem ABD dış politikasının nasıl şekilleneceğini ‘kendine has’ üslubuyla açıkça ifade etti. 

Bu ‘şok edici’ sözler, kendisine sıklıkla ‘deli’ yakıştırması yapılan Trump’ın kontrolsüz çıkışlarıyla açıklanacak düzeyde ‘kişisel’ bir tutumu değil, aksine, yeni dönem ABD politikasını ifade ediyor. ‘Çok taraflı ticaret sistemlerini’ rafa kaldırmaya kalkan Trump yönetimi, her ülkeyle kendi çıkarına ve kendi kurallarına göre masaya oturmaya çalışıyor. 

Trump yönetiminin ‘Önce Amerika’ siyaseti zemininde şekillenen gümrük vergilerinin mantığı, ABD menşeli ürünlere çeşitli oranda gümrük vergisi uygulayan ülkelere, en az uygulanan o vergi oranı kadar yeni bir vergi koymaya dayanıyor.

Eğer bu sistemde, gümrük vergisi konan ülke herhangi bir misillemeye kalkışırsa, ABD söz konusu oranı iki katına çıkararak, misilleme ve cezalandırma sistemini uyguluyor. 

Misillemeye cesaret edenler

Trump’ın Çin’le ilgili ‘misillemeye karşı misilleme’ sarmalı devam ederken, Trump yönetimiyle Ukrayna savaşı ve ‘aşırı sağa verilen destek’ gibi ciddi gerilim başlıklarına sahip Avrupa Birliği (AB) de misillemede gecikmedi. 

ABD'nin çelik ve alüminyum ithalatına yüzde 25 oranında vergi getirmesi üzerine AB, aralarında badem, portakal suyu, tütün, yatlar, Harley-Davidson motosikletleri ve Bourbon viskisi bulunan çeşitli Amerikan mallarına yüzde 25 oranında vergi koydu.

Fotoğrafta brükseldeki AB binası gözüküyor.

Ancak Transatlantik ittifakının çatırdadığı ve hatta Avrupa içi siyasi rekabetin arttığı bir ortamda verilen bu yanıt, Avrupa’nın ‘birliğini’ göstermesi bakımından başarısızlıkla sonuçlandı. Hem misilleme ilan eden, hem de ‘ABD ile diyalog’ çağrısında bulunan AB içerisinde, Trump’ın ‘ayağına giderek’ pazarlığa oturacak ilk isim, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni oldu. Trump’ın Avrupalı dostu, yemin törenine çağrılan tek Avrupalı lider olarak Meloni, gümrük vergilerini pazarlık masasında çözmeyi hedefliyor. 

Yine de, Avrupa’nın bu adımı, Trump’ın küresel ekonomik baskı politikasına verilen ilk kurumsal yanıttı.

Öte yandan ABD, ABD’ye doğrudan misillemede bulunmadıkları ve müzakereye açık oldukları için Meksika ve Kanadanın vergi oranını yüzde 10’la sınırlayarak bu iki ülkeyi ‘ödüllendirdi’. 

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, “İyi niyet gösteren ülkelere karşı biz de iyi niyet göstereceğiz” diyerek bu ülkelerin kısa vadede ek vergilerden muaf tutulacağını belirtti. Ancak bu durumun kalıcı olmayacağı, ilerleyen dönemde yeniden gözden geçirileceği de ABD’nin müttefiklerine verdiği bir diğer önemli mesajdı. 

Mehmet Şimşek'i gösteren bir fotoğraf

Arada kalanlar: Türkiye

Metinlerde Türkiye’ye yönelik özel bir gümrük tarifesi açıklanmasa da, Türkiye’nin ABD ile olan ticaretinde bu küresel dalgalanmalardan doğrudan etkilendiği açık. Türkiye, misilleme yapmayan ülkeler arasında yer alıyor ve bu sayede 90 günlük bir “gümrük tarifesi muafiyeti” sürecine dahil edilmiş durumda.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Financial Times’a verdiği röportajda Türkiye’nin ‘krizi fırsata çevirebileceği’ görüşünde olduğunu açıkladı.

ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yüzde 10’luk temel gümrük vergisini değerlendiren Şimşek, Türkiye ekonomisinin bu duruma karşı görece dayanıklı olduğunu savundu ve Türkiye’nin 1,3 trilyon dolarlık ekonomisinin yüzde 80’inin, Avrupa Birliği (AB) ile gümrük birliği gibi serbest ticaret anlaşmaları yaptığı ülkelerle veya Orta Doğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’daki "dost komşularla" yapılan ticarete dayandığını belirtti.

Şimşek, “Tüm bunlar aslında yapıcı gelişmeler. Toz duman dağıldığında, Türkiye’nin yatırımcıların gözünde diğer kırılgan piyasaların önüne geçmesini umut ediyoruz ve buna inanıyoruz” dedi.

Ancak Türkiye’nin bu avantaj beklentisinin gerçekliği de, Trump ABD’siyle kuracağı ilişkiye bağlı. Bu ilişkiye dair en güncel sinyali ise bizzat Trump verdi. İsrail lideri Binyamin Netanyahu’yla görüşmesi sonrasında Oval Ofis’te konuşan Trump, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ‘çok iyi bir ilişkiye sahip olduğunu’ ve Suriye konusunda kendisini tebrik ettiğini belirtse de, açıklamanın alt metninde önemli mesajlar bulunuyor. 

İsrail’le sorunların çözülmesi hususunda ‘ağabeylik’ konumunu vurgulayan Trump, olumlu konuşmasının satır aralarında Rahip Brunson olayını hatırlatmayı ihmal etmedi. Suriye konusundaki ‘tebriğinin’ ise, İran’a saldırı hazırlığında Suriye’nin yeni dönemine atfettiği önemin göstergesi olarak da okunabilir. Yani, Trump’ın “sadakat” esasına dayanan yeni ticaret sisteminde, Türkiye gibi ülkelere “Ya sadakat ya vergi” seçeneği dayatılıyor. 

Türkiye’nin uzun soluklu denge politikasında en güçlü enstrümanları ise jeopolitik konumu ve güçlü ordusu.

Çin liderini gösteren bir fotoğraf.

Çin’le tam olarak ne yaşandı?

Trump’ın gümrük vergisi şokunu karşılıklı misillemelerle bütün dünya için tehlikeli bir hale getiren şey ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nin açık ve sert yanıtları oldu. 

Trump yönetimi, ilk olarak Çin’e yönelik ilk adım kapsamında yaklaşık 50 milyar dolarlık Çin mallarına uygulama kararı aldığını açıkladı. Bu kararda, belirli ürünler için yüzde 25’lik oran belirlenmişti. Vergi oranı bazı ürünlerde daha düşük, bazı ürünlerde ise farklı oranlar uygulanacak şekilde yapılandırılsa da, ana oran yüzde 25 oranı etrafında şekilleniyordu.

Çin ise, misilleme olarak ABD’den gelen ürünlere yönelik vergi oranlarını yükseltmeye başladı. İlk misilleme hamlesi, ABD mal ve ürünlerine yönelik vergi oranlarını yüzde 84’e çıkarmak oldu.

Süreç içinde uygulanan vergiler aşamalı olarak yükseltildi. Başta, mevcut vergi oranının üzerine ek vergiler getirilerek toplam vergi oranı yüzde 104’e kadar yükselmişti. 

Son olarak ise Trump, "Çin'in dünya pazarlarına gösterdiği saygısızlığa dayanarak, Çin'e uygulanan gümrük vergisini derhal yürürlüğe girmek üzere yüzde 125'e yükseltiyorum. Umarım yakın gelecekte Çin, ABD'yi ve diğer ülkeleri sömürme dönemlerinin artık sürdürülebilir veya kabul edilebilir olmadığını anlayacaktır” ifadeleriyle el yükseltti.

Ancak Trump aynı anda, Çin’i ‘misilleme yapmayan ülkelere ödüllendirme’ vaadini andırırcasına ‘masaya çağırmaya’ devam etti:

"Çin Devlet Başkanı Şi gururlu bir adam. Onu çok iyi tanıyorum. Bir anlaşma yapmak istiyorlar ancak bunu nasıl yapacaklarını tam olarak bilmiyorlar, ancak bunu çözme sürecinde anlayacaklar."

Trump’ın ilan ettiği vergiler, bütün dünyayı bir ticari dalgalanmaya sürüklese de, yaşananlar iki küresel ekonomik devin, Çin ile Amerika arasında Trump’ın birinci başkanlık döneminde başlayan Ticaret Savaşı’nın devamı sayılabilir. 

Yalnızca ticari alan da değil, Çin ile ABD’nin dünyada karşı karşıya gelmediği yer yok. Tayvan krizi, Orta Asya, Afrika, Kore Yarımadası, Rusya-Ukrayna savaşı, Ortadoğu ilişkileri, ABD’deki TikTok davaları, Arktik’te yeni durum… Bu iki ülke, kendi coğrafi sınırlarının da ötesinde, dünyanın bütün kıtalarında çeşitli seviyelerde zaten karşı karşıya. Öyle ki, Trump’ın ‘kontrolsüzlüğüne’ atıfla açıklanan Grönland planları dahi, başta Çin olmak üzere, Çin-Rusya ikilisinin Arktik’te artan gücüyle ilişkili. 

Özetle Trump yönetimi, Çin’i yalnızca ekonomik bir rakip değil, en büyük siyasi düşmanı olarak görüyor. Bu nedenle açıklanan vergilerin, yalnızca Amerikan ekonomisine destek veya ekonomik misillemeler değil, Çin-Rusya geriliminde beklenen ‘büyük depremin’ öncü sarsıntıları olarak görmek mümkün.

Madalyonun öteki yüzü

Öte yandan, Trump liderliğinin bu cesur hamlelerine, Trump’ın yakın çevresi ve Cumhuriyetçiler tarafından tam bir bütünlükle sahip çıkıldığını söylemek mümkün değil. Bu noktada, Trump’ın ikinci iktidarının en büyük müttefiki olan tekno-liberteryen sınıfın ve bu sınıfın ‘yıldızı’ Elon Musk’ın tutumu da belirleyici olacak. 

Tam da burada, Hükümet Verimliliği Departmanı (DOGE) Başkanı Elon Musk ile Trump’ın ticaret danışmanı Peter Navarro arasında hakarete varan tartışmaya parantez açmakta fayda var. 

Trump’ın yüksek vergi oranı sisteminin mimarlarından olan Navarro, Musk’ın arabalarının kritik bileşenlerini yabancı tedarikçilerden temin etmesini eleştiren isimlerden. Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt ise, İkili arasındaki gerilim, Navarro’nun Musk’a ‘montajcı’ demesi, Musk’ın ise Navarro’yu “Moron” diyerek yanıtlamasıyla had safhaya ulaşan gerilimi “Boys will be boys” (“Oğlanlar böyledir”) ifadeleriyle geçiştirmeye çalışsa da, bu tartışma aslında ABD siyaseti içindeki iki çizginin bir dışavurumu. 

Elon Musk ve tekno-liberteryen düşünce yapısına sahip kesimlerin, ülkelere yüksek gümrük tarifesi uygulamasına katılmadığı sır değil. “Önce Amerika” zemininde başlatılan korumacılığın siyasi çıktıları; serbest ticaret ve açık sınırlar sevdalısı bu kesimin görüşleriyle illa ki kesişecekti. Soru, bu kesişimin iç siyasetteki birliği ne kadar etkileyeceği. 

Son haftalarda özellikle Avrupa’da yayılan Amerikan mallarına boykot trendi ise, Musk’ın Avrupa’da aşırı sağa verdiği desteğin yarattığı antipatiyle de birleşerek Tesla’ya çok sert düşüşler yaşattı, Avrupa’daki Tesla noktaları saldırıya dahi uğradı. 

Dolayısıyla, Trump’ın yüksek vergi politikalarına, teknoloji devlerinin çıkarlarına verilen zararın ölçütünde ömür biçmek, en iyi ihtimalle iç siyasette kılıçların çekileceğini bu ölçüte göre hesaplamak da mümkün. 

Vergi siyaseti nereye kadar?

Trump yönetiminin bu sert ticaret politikasının ardında yalnızca korumacı ekonomik hedefler değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini yeniden şekillendirme arzusu yatıyor.

Kağıt üzerinde ‘ekonomik önlemler’ başlığında ilan edilen ve Amerikan kamuoyuna Trump’ı iktidara getiren “Önce Amerika”, “Amerika’yı yeniden harika yap” sloganlarıyla tanıtılan bu önlemler, Amerikan ekonomi politiği kadar dış politikayla da ilgili. Ekonomik, siyasi ve askeri alanda ‘bir numarada’ oturan bir ülkenin zirveye nasıl yerleştiğini hatırlamak, bugünü açıklamak konusunda anahtar işlevi görüyor. 

Dünyanın önemli bir kısmının Demokrat Parti iktidarı ve onun politikalarından ciddi düzeyde yaka silkmeye başladığı bir dönemde iktidara gelen Trump, dış yardımların kesilmesi, USAID gibi simge müdahale araçlarına içeriden darbe vurması ve Hristiyanlık, tanrı, geleneksel aile değerleri, geleneksel ilişkiler gibi kavramlarla hareket etmesi, özellikle Avrupa’da yükselen sağ popülist akımlarda ve Rusya gibi ülkelerde olumlu karşılandı. Ancak Trump yönetiminin hız kesmeden başlattığı ‘ekonomiyle hizaya getirme’ politikasının Trump’a dair bütün ‘hayalleri’ suya düşürmesi ihtimali büyük. 

Öyle ki, özellikle Ukrayna savaşı konusunda Trump’a ilişkin iyimser görüşlere sahip Rusya yönetimi bile, ‘ticari ilişki bulunmadığı için’ vergilere konu edilmediği halde vergilerin ‘ciddi riskler taşıdığı’ yönünde açıklama yapmak durumunda kaldı. 

Özetle, gümrük vergisi açıklamalarının yarattığı ilk şok dalgasının ardından eldeki verileri incelediğimizde şu sonuçlara ulaşabiliriz:

Trump yönetimi, Demokratların sivil toplumdan siyasete, kültürel faaliyetlerden gizli operasyonlara uzanan girift ‘ihya’ siyasetini, askeri ve ekonomik alanda açıktan zor kullanımına dayanan agresif politikalarla değiştiriyor. Kuşkusuz bu tutumun, Washington’un başta Çin olmak üzere kendine meydan okuyan güçlere karşı zamanının azaldığını hissetmesiyle de doğrudan ilgisi var.

İlan edilen gümrük vergilerine gelen tepkiler, ABD dış politikasının şekillenmesinde önemli ölçütlerden biri haline geldi. ‘Vergi ilanı, masaya davet, ödüllendirme/cezalandırma’ stratejisi, Washington’un ‘düşmanları’ kadar ‘dostlarına’ karşı da kullandığı bir silah halini aldı. 

Sonuç olarak, "Önce Amerika" politikasının, Amerika’ya beklenenin aksine bir tür içe kapanma değil, Amerikan devletine emperyalist karakterini kazandıran yapısal saldırganlığın bu sefer yeni ittifaklar tarafından ve başka araçlarla uygulanması anlamına geldiğini söylemek iddialı bir yorum olmayacaktır.