0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Trump, Zelenskiy, Avrupa: Çok kutuplu Batı nasıl ortaya çıktı?

Hikâye: Erkin Öncan

Ukrayna lideri Vladimir Zelenskiy’in Beyaz Saray ziyaretinde beklentiler, ABD Başkanı Donald Trump ile nadir elementler anlaşmasını imzalaması yönündeydi. Anlaşma, Trump yönetimi için 'Amerikan harcamalarının telafisi', Ukrayna için ise güvenlik garantileri demekti. 

Ancak Beyaz Saray’da basının önünde gerçekleşen tartışma, krizi geri dönülmez bir noktaya taşıdı. Zelenskiy, Başkan Trump ve Başkan Yardımcısı JD Vance tarafından dünyanın gözü önünde azarlandı, Zelenskiy Beyaz Saray’dan 'kovuldu', ortak basın toplantısı yapılmadı ve mineral anlaşması da imzalanmadı. 

Neler yaşandı?

Zelenskiy’in ziyareti hali hazırda gergin bir ortamda gerçekleşti. Ukrayna liderinin Beyaz Saray’a gelişiyle sonuçlanan süreç, Riyad’da gerçekleşen ve Ukrayna yönetimini ‘kızdıran’ Rusya-ABD görüşmesi, Trump’ın Zelenskiy’e diktatör demesi ve Ukrayna savaşıyla ilgili ‘barış’ temelli açıklamalarıyla zaten yeterince gerilmişti. 

Zelenskiy’in ziyaretinde ise ilk taşı JD Vance attı. Vance’in Trump’ın politikalarını örnek göstererek ‘barış için diplomasiyi’ işaret etmesi, Zelenskiy’in itirazıyla karşılandı ve Vance’in Ukrayna liderinin “Ne tür bir diplomasi?” sorusunu “Ülkenin yıkımını sona erdirecek türden” ifadeleriyle yanıtlaması kavganın fitilini ateşleyen ilk ve en önemli çıkış oldu.

Zelenskiy’in, Ukrayna’nın savaşta en önemli problemlerden biri haline gelen askerlik hizmetleriyle ilgili verdiği yanıt ise görüşmenin geri dönülemez bir noktaya gelmesini sağladı: "Savaş sırasında herkesin sorunları oldu, senin bile, ama senin güzel bir okyanusun var ve bunu şu anda hissetmiyorsun, ama gelecekte hissedeceksin."

Trump ise Zelenskiy'i azarlayarak, "Üçüncü Dünya Savaşı ile kumar oynuyorsun ve bu yaptığın ülkeye, sana birçok insanın söylemesi gerekenden çok daha fazla destek veren bu ülkeye karşı büyük bir saygısızlık," dedi. 

Dünyanın gözü önünde bir skandala dönüşen görüşmenin ardından Trump, mineral anlaşmasının iptal edildiğini açıkladı ve "Ben avantaj istemiyorum, barış istiyorum. Amerika Birleşik Devletleri'ne aziz Oval Ofis'te saygısızlık etti. Barış için hazır olduğunda geri gelebilir” ifadelerini kullandı. 

Zelenskiy ise, görüşmenin ardından katıldığı Fox News programında ABD’ye teşekkürünü yinelese de "Yanlış bir şey yaptığımızı düşünmüyorum, Özür dileyecek bir şeyimiz yok” ifadeleriyle duruşunu korudu, istifa çağrılarını Ukrayna halkına havale etti ve ‘mücadeleye devam’ mesajı verdi. 

Nadir elementler anlaşması neydi?

Zelenskiy’in ABD’ye gelişinin temel sebeplerinden biri, Ukrayna’nın zengin nadir toprak mineralleri rezervlerine dayalı bir anlaşmanın imzalanmasıydı. Bu anlaşma, ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı milyarlarca dolar değerindeki askeri ve ekonomik yardımların karşılığında, ülkenin nadir elementlerine erişim hakkı sağlamayı hedefliyordu. 

Teknoloji ve askeri alanda çok önemli konumda bulunan bu minerallerin en çok Çin’de bulunması ise, ABD’nin bu konudaki ısrarını pekiştiren bir niteliğe sahip. 

Amerikan siyasetinde Ukrayna konusunda Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında üzerinde uzlaşıya varılan tek konu bu olsa gerek:

Ukrayna’nın doğal kaynaklarının sömürüsü. 

Trump ile Zelenskiy arasındaki bu tartışmanın arka planında ise, Trump dönemi ABD dış politikasıyla ‘Avrupa çıkarları’ arasındaki çelişme bulunuyor. 

Zelenskiy Beyaz Saray'dan ayrılırken. Depophotos

Trump ve Avrupa

Avrupa için ‘kabus’, Donald Trump henüz koltuğa resmen oturmadan başladı. Trump döneminin başlamasına en çok sevinen NATO Genel Sekreteri, ‘teflon Mark’ lakaplı Mark Rutte olmuştu. 

"Tehditlere karşı nasıl birlikte çalışabileceğimizi tartışmak için Trump'la buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum” diyen Rutte, Avrupa siyasetinde Trump'a yakın isimlerden biri olarak kabul ediliyor.

Trump'la uyumlu ilişkisi nedeniyle 'Trump whisperer' (Trump fısıldayıcısı) olarak da anılan Genel Sekreter, Şubat 2024’te Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada da “Trump hakkında sızlanmayı ve yakınmayı bırakmalıyız. Dans pistinde kim varsa onunla çalışmak zorundayız” demişti.

Trump ise, Avrupa ülkelerinin askeri ittifaka yaptıkları katkıyı eleştirerek NATO üyelerinin savunmaya GSYH’lerinin yüzde 5’ini ayırmasını istemişti. Bu, Trump’ın diken üzerindeki Avrupa ekonomisine vurduğu ilk darbe oldu. 

Trump-Avrupa ilişkilerinde bir diğer önemli dönüm noktası ise, 2025 Münih Güvenlik Konferansı oldu. 

J.D Vance. Münih Güvenlik Konferası'ndaki konuşmasında. Depophotos

Münih 2025: Avrupa’ya soğuk duş

Almanya'nın Münih kentinde 14 Şubat - 16 Şubat tarihlerinde gerçekleşen bu toplantı, Avrupa ülkeleri için adeta bir şok etkisi yarattı. Teması ‘çok kutupluluk’ olan konferansta, Rusya ve Çin kutuplarından çok, ABD-AB kutuplaşması damga vurdu. 

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Münih'te yaptığı konuşmada doğrudan Avrupa liderlerine yüklendi, Romanya’da seçim zaferi iptal edilen Calin Georgescu örneğini vererek Avrupa’ya asıl tehdidin Rusya’dan değil, Avrupa’nın demokrasiden uzaklaşmasından kaynaklı olduğunu dile getirdi, AB'yi ifade özgürlüğünü sansürlemekle suçladı.

Vance ayrıca, Elon Musk’ın AfD’ye olan açık desteği nedeniyle gerilen ilişkileri daha da germek istercesine, henüz görevi resmen sonlanmamış Alman Şansölyesi Olaf Scholz’u aşarak Almanya ile ilişkiler konusunda henüz seçimler bile gerçekleşmemişken CDU lideri Friedrich Merz’i muhatap aldı. 

Trump ise, Münih’teki konferansa katılmadığı halde, konferansla aynı dönemde Rusya ile Riyad görüşmelerini ayarlayarak ABD’nin ‘Avrupa’yı terk etme’ mesajının bir kez daha altını çizmiş oldu. 

Riyad’daki zirvenin Münih konferansı devam ederken düzenlenmesi ve Avrupalıların ve Ukrayna’nın davet edilmemesi ise ayrı bir şok etkisi yarattı. Zelenskiy de, konferansta yaptığı açıklamada mineral anlaşmasını reddettiğini açıklamıştı. 

Zelenskiy’in anlaşmayı reddetmesinin sebebi, Trump’ın minerallerin yarısını istemesi ve karşılığında ‘verdiklerimize sayın’ mesajıyla hiçbir şey vermemesiydi. Zelenskiy daha sonra bir diğer taslakta Ukrayna için güvenlik garantilerinin sunulduğunu söyledi ancak bu konuda somut bir bilgi paylaşımı yapılmadı. 

Zelenskiy Münih Güvenlik Konferası'nda konuşma yapıyor. Depophotos

Avrupa ordusu

Konferansa damga vuran bir diğer gelişme ise, Zelenskiy’in “Avrupa ordusu kurulsun” çağrısıydı. Amerikan tarafının önce en az yüzde 5 askeri harcama çağrısı, daha sonra Avrupa’nın ‘kendi başının çaresine bakması gerektiği’ yönündeki imaları, Avrupa’ya ait bir askeri gücün nasıl şekilleneceği konusunda tartışmaların aciliyetini artırır nitelikte olsa da, Avrupa’da henüz bu konuda bir fikir birliğine varılmış değil. 

ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de Suudi Arabistan'da Rusya ve ABD heyetleri arasındaki görüşmeler devam ederken yaptığı açıklamada Ukrayna'nın savunmasına yönelik finansmanın Avrupa ülkeleri tarafından sağlanması gerektiğini söylemişti.

'Avrupa ordusu’ konusu Rusya-Ukrayna savaşı ve Avrupa’nın bu savaşın gidişatına ilişkin beklentileriyle paralel ilerliyor. Ancak Avrupalı liderler, Münih konferansının hemen ardından Paris’te düzenlenen gayriresmi zirve de dahil olmak üzere, bu konuda somut bir adım atabilmiş değil. 

Londra'daki zirvede liderlerin fotoğrafı. Depophotos

Yeniden ‘Avrupa Zirvesi’

Yalnızca son bir ayda Trump yönetiminin Rusya’yla barış mesajlarıyla başlayan, Münih Güvenlik Konferansı’nda karşılıklı suçlamalarla devam eden ve olaylı Beyaz Saray görüşmesi ile tepe noktasına ulaşan kriz, Ukrayna-ABD krizinden ziyade, Transatlantik ittifakının geleceğini şekillendirecek bir çatırdamaya işaret ediyor. 

Zelenskiy’in Beyaz Saray’da aşağılanmasına Avrupa’nın yanıtı ise bir zirve daha düzenlemek oldu. İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen ve ana gündem maddesi Ukrayna'da kalıcı barış ve Avrupa güvenliği olan zirveye Ukrayna, Fransa, Almanya, Danimarka, İtalya, Hollanda, Norveç, Polonya, İspanya, Türkiye, Finlandiya, İsveç, Çekya ve Romanya'dan devlet liderleri ve bakanlar katıldı.

Ukrayna’ya desteğin sürdürülmesine ilişkin konuların görüşüldüğü bu toplantının en önemli açıklamalarından biri, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in "Avrupa'yı acilen yeniden silahlandırmamız gerek" açıklaması oldu. İngiltere lideri Starmer ise, Zelenskiy’den ‘ABD’yle sorunlarını çözmesini’ istedi. 

Zelenskiy ise, zirvenin ardından yaptığı açıklamada "Londra'daki zirve Ukrayna'ya ve Avrupa'nın ortak geleceğine adanmıştır" dedi ancak topu yine ABD’ye attı:

"Gerçek barış ve garanti altına alınmış güvenlik için Amerika ile işbirliğinin sağlam bir temelini oluşturmak amacıyla hep birlikte Avrupa'da çalışıyoruz. Avrupa'da birlik ve beraberlik uzun zamandır görülmemiş bir düzeyde."

Aynı şekilde, toplantıda Avrupalı liderler, Kanada ve Türkiye Ukrayna'ya askeri desteği sürdürme sözü verdi ancak “ABD’siz olmaz” mesajı eksik bırakılmadı. 

Depophotos

İlişkilerin geleceği

Mevcut kriz başlıklarını ve tarafların açıklamalarını alt alta koyduğumuzda, Avrupa liderliğinin her şeye rağmen ABD’den gerçek bir kopuşa hazır olmadığı, hatta bu durumun Avrupa’nın en büyük endişelerinden biri olduğunu söylemek mümkün. 

Öte yandan, Trump ABD’sinin ilişkilerin yenilenmesi ve sorunların çözülmesi açısından Avrupa kadar istekli olmadığı görülüyor. Bu isteksizliğin ise yalnızca ekonomik değil, ideolojik sebepleri bulunuyor. 

Trump ve destekçileri, 2019 yılındaki azil sürecinden bu yana ABD’de Demokratlara ve onların temsil ettiği ‘değerlere’ karşı, kendi değerlerine yaslandığı sert bir savaş yürütüyor.

ABD, Demokrat Parti iktidarında kimlik politikaları ekseninde şekillenen, sosyal adalet ve eşitlik söylemleriyle maskelenen ‘woke’ ideolojisini küresel düzeyde yaygınlaştırdı. Trump ve ekibinin ‘radikal sol’ ya da ‘Marksist’ olarak yaftaladığı bu ideoloji, aslında neoliberal piyasa düzeniyle çelişmeyen, aksine kimlik temelli ayrışmaları derinleştirerek sınıf mücadelesini perdeleyen bir araç işlevi görüyordu. Avrupa’nın ‘demokratik değerleriyle’ çok uyumlu bir yapıya sahip olan bu kavram seti, Avrupa’nın jeopolitik adımlarını da belirleyen ideolojik zemini yaratıyordu. 

Trump yönetimi ise, bu ideolojiye karşı savaş açarken mevcut düzeni (dış müdahalecilik) yıkmaktan ziyade onu milliyetçi ve muhafazakar bir çerçevede yeniden inşa etmeyi hedefledi. Biden ve Demokratlar döneminde liberal değerler adı altında küresel ölçekte yaygınlaştırılan politikalar, Trump ile birlikte sağ-milliyetçi bir çehre kazandı.

Hatta, jeopolitik çıkarlar bir yana, Trump ile Putin ve Avrupa’daki AB karşıtı diğer yönetimler arasında ideolojik düzlemde kesişim noktaları sağlayan şey de, Trump yönetiminin savunduğu ve ABD’nin yeni dönemde ihraç edeceği aşikar bu değerlerle aynı: Yeni muhafazakarlık, milliyetçilik, popülizm…

Trump’ın, Musk’ın, Vance ile diğer ABD’li yetkililerin Almanya’da AfD’yi, Romanya’da Georgescu’yu savunmaları/sempati duymaları tesadüf veya basit bir karşıtlık arayışından değil, bu yeni ideolojik zeminden kaynaklanıyor. 

ABD böylelikle bu süreçte Avrupa’daki ‘AB şüphecisi’, ‘Batı karşıtı’ siyasi aktörleri -hatta Rusya gibi ‘düşman’ saydığı ülkelerde bile- kendi ideolojik çerçevesine hapsetmeyi başardı. Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, İspanya, Avusturya, Belçika, İsveç, Finlandiya, Slovakya, Sırbistan ve Romanya gibi ülkelerde yükselen sağ siyasetlerin doğrudan Trump’ın kavram setini kullanmaya başlaması bu durumun en büyük göstergesi.

ABD'nin ideolojik eksenindeki değişim, sadece Avrupa'nın iç dengelerini değil, NATO ve AB gibi kurumların işleyişini de doğrudan etkileme potansiyeline sahip.

Bütün bu denge oyunu ve karşılıklı restleşmeler, Transatlantik ittifakının ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ancak gelişmelerin işaret ettiği bir diğer nokta ise, Ukrayna’daki savaşın sonuna gelindiği yönünde.

Mevcut dengenin en büyük aktörleri olan Rusya ve ABD, nihayet masaya oturdu ve muhtemelen her iki tarafın da belirli kazanımlarla çıkacağı bir barış süreci yaşanacak. Bu sürecin en ağır faturasını ise elbette Ukrayna ödeyecek. Yıpranan, itibar kaybeden ve iyice köşeye sıkışan Zelenskiy, bu sürecin en büyük kurbanı olabilir. 

Yıllarca Ukrayna’da bir darbenin Rusya’dan geleceği konuşuldu, ancak bugün gelinen noktada bu darbenin ABD eliyle gerçekleşmesi daha olası görünüyor. 

Bir zamanlar ABD kontrolündeki liderlerin bir ‘kullanım ömrü’ olduğunu vurgulamak için ‘deliğe süpürmek’ terimi kullanılırdı. Bu terim, önümüzdeki dönemde yeniden popüler hale gelebilir.