Tarihi eserler, sadece estetik değeri olan objeler değil; bir toplumun hafızasını, kimliğini ve geçmişle bağlarını taşıyan kültürel miras ögeleridir. Ancak yüzyıllardır süregelen kaçırılma, el değiştirme ve gasplarla bu eserler, asıl ait oldukları topraklardan koparılmış durumda.
Bugün, kaçırılan tarihi eserlerin iadesi uluslararası alanda sıcak bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. Peki, bu eserler neden hâlâ geri verilmiyor? Onları ellerinde tutan ülkeler, bu mirasları ne amaçla kullanıyor? Ve bu süreç, sadece bir kültürel sahiplenme meselesi mi, yoksa daha derin politik ve ekonomik motivasyonlar mı barındırıyor?
Scrolli x Merak Kabineleri işbirliği ile başladığımız tarihi eser kaçakçılığı ve kültürel miras yazı dizimizin ilk bölümünde, Osmanlı Devleti döneminde arkeolojik mirasın nasıl algılandığından ve Osmanlı döneminde bu konulardaki yasal önlemlerden bahsetmiştik. Yazıyı şu sorularla bitirmiştik:
“Kaçakçılık hareketlerinin uluslararası alanda neden hâlâ savunulduğu ya da kaçırılan eserlerin sahiplerine iade süreçlerinde karşı tarafın (Avrupa ya da Amerika) neden ayak direttiği anlaşılmıyor. 1800’lü yıllarda uluslaşma hareketinin kolaylaşması için uluslar, kendilerini milattan önceye temellendirmek istiyordu; bu bir stratejiydi. Peki, neden hâlâ eserlere ihtiyaç duyuyorlar? Ne için kullanmak istiyorlar? Amaçları ne?”
Bu yazıda ise merceği biraz dışarı doğru çevirip,, uluslararası siyasetle olan ilişkisine ve motivasyonlarına bakacağız.
Hikâye: Merak Kabineleri
Kürasyon: Scrolli Haber Stüdyosu
Tarihi eser kaçakçılığının pek çok farklı motivasyonu var. Ancak genelde politik ve ekonomik nedenler eser kaçakçılığının en görünen en belirgin tetikleyici unsurları...
Özellikle kolonyalizm döneminde başlayan, Batı’nın Doğu mirasını daha iyi koruyabileceği iddiasıyla götürülen eserleri ve Batı kültürünün kolonize edilen ülkelere zorla empoze edilmesiyle bu ülkelerde kaybolan kültürü görüyoruz.
Fransa, Almanya gibi Avrupa ülkelerinde, varoluşlarını Yunan ve Roma uygarlıklarına dayandıran bir anlayışla, bu uygarlıkların yüksek kültür hatta insanlığın modernleşmesinin beşiği olarak kabul edilmesi dikkat çekiyor. Özellikle Helenistik Dönem’de Yunan ve Roma uygarlıklarının doğuya, Hindistan’a kadar uzandığı süreçte ortaya çıkan eserler, imparatorluklar döneminde ve sonrasında ulus-devlet anlayışıyla Avrupa’ya taşınıyor.
Hatta bu durum sadece Yunan ve Roma coğrafyası için değil, aynı zamanda Afrika ve Güney Amerika’nın kolonizasyonu süreçlerinde de görülüyor. Bu bölgelerdeki somut kültürel miras eserlerinin, hem o ülkelerdeki "yerli kültürünün" anlaşılması hem de Batı için bir prestij ve entelektüellik göstergesi olarak kaçırıldığını biliyoruz.
Bu durumun özellikle Afrika’daki örneklerinden biri, bir Avrupa ülkesi olan Fransa’nın kolonileştirdiği Dahomey Krallığı’nın (bugünkü Benin Cumhuriyeti) eserleri. Fransa’nın bu eserleri kaçırmasını ve iade süreçlerini anlatan bir belgesel, geçtiğimiz Aralık ayında MUBI’de yayımlandı. Dahomey belgeseli, Fransa tarafından kaçırılan 7.000 kültürel miras ögesinden sadece 26 tanesinin Benin Cumhuriyeti’ne iade ediliş sürecini ele alıyor. Burada ilk göze çarpan şey, 19. ve 20. yüzyılın "günahlarının" aklanması gibi bir görüntünün ortaya çıkışı oluyor. Adeta “Geçmişte bir hata yaptık ve bunu düzeltmek istiyoruz” diyerek Fransa’nın 26 eseri geri göndermesi, uluslararası alanda bir büyüklük gibi algılanıyor ve barış ortamı yaratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Benin Cumhuriyeti açısından bunun yalnızca bir göz boyama aracı olduğu açık. Belgeselde, bu konuyu tartışan ve bir forum çerçevesinde nasıl "kültürsüzleştirildiklerini" anlatan üniversite öğrencilerini izliyoruz. Onlar da eserlerin iadesinin bir göz boyama aracı olduğunun farkında.
Afrika’dan Avrupa’ya geri dönecek olursak, bu konuda en bilinen örneklerden biri Elgin Mermerleri. Balkan'larda durumların karışık olduğu ve haritaların çok keskin olmadığı bir dönemde, Yunanistan’dan İngiltere’ye Lord Elgin tarafından kaçırılan bu mermerler, Avrupa’nın sahiplendiği Yunan kültürünün ve köklerini eski bir tarihe bağlama isteğinin somut örneklerinden biri. 19. yüzyılın başında İngiltere’ye götürülen ve 1816’dan beri British Museum’da sergilenen bu mermerler, Atina’daki Parthenon’un bir parçası. MÖ 5. yüzyılda inşa edilen ve tanrıça Athena’ya adanan bu eserlerin Yunanistan’a iadesi konusu günümüzde tartışılmaya devam ediyor. Hatta bu durumun yan etkilerinden biri olarak 2023 yılında İngiltere başbakanı Yunanistan başbakanı ile olan bir görüşmesine iptal etmişti, iki ülke arasında devam eden bir müzakere süreci bile var.
En çok bilinen örneklerden biri ise Bergama sunağının kaçırılması. İzmir’in Bergama ilçesindeki Zeus Sunağı’nın, Osmanlı yetkililerinden gizli bir şekilde parça parça Almanya’ya taşınması durumu da aynı Elgin Mermerleri gibi gündemde kalmaya devam eden bir konu. Bu kaçırılma olayında Avrupa’nın öne sürdüğü iki gerekçe dikkat çekiyor:
Eserlerin Osmanlı’dan daha iyi korunacağı iddiası.
Eserlerin insanlığın ortak mirası olduğu ve nerede bulunduğunun önemli olmadığı görüşü.
Ancak şu soruyu sormak gerekiyor: Madem nerede olduğu fark etmiyor, neden iade edilmiyor?
Politik nedenler dışında ekonomik nedenler de bu süreçte önemli bir yer tutuyor. Ekonomik nedenler, tarihi eser kaçakçılığına daha "kirli" bir boyut kazandırıyor. Kara para aklama aracı olarak kullanılmaları, yasa dışı faaliyetleri finanse etmek için değerlendirilmesi gibi durumlar, bu kaçakçılık ağının geniş kapsamını gözler önüne seriyor. Interpol'ün bu tarz kaçakçılıklar için oluşturulmuş ayrı bir biriminin olması ya da gümrüklerde görüldüğünde yetkililere haber verilmeleri için düzenli olarak yayınlanan listelerin olması bu sorunun yani kaçakçılığın çok geniş olduğunu örneklerinden sadece birkaçı.
2022 yılında yapılan bir habere göre, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarihi eser kaçakçılığının, terör örgütlerini finansmanında ekonomik kaynak sağladığını şu şekilde teyit etmişti:
"Bu ispata sebep olan olay da ABD askerlerinin Suriye'de bir DEAŞ yöneticisinin yaşadığı yerde yaptığı baskında elde ettikleri verilerdi. Ele geçirilen bir bilgisayarda yapılan incelemede birtakım teşkilat şemaları, kaçak kazı yapan, kaçak kazı sonrası bulunan eseri satacak kişiler vs. gibi herkesin görev tanımını içeren, sanki kurumsal bir yapılanma görüntüsü veren, örgüt içinde kültür varlığı kaçakçılığının yapıldığı belgelendi. Bununla beraber yakalanan eserler de oldu. Bu eserlerin Irak kökenli olduğu tespit edilerek Amerika tarafından Irak'a iade edildi. Terör örgütlerinin kültür varlığı kaçakçılığı yoluyla gelir elde ettikleri bilinen bir gerçek."
İnsanlığın ve maddi kültürün kanıtları olan bu tarihi eserler, gerek ortaya çıkarılış süreçlerinde olsun, gerek yorumlanmaları ve akademik alanlarda kullanılmaları olsun pek çok insanın çaba ve fedakarlığıyla örülü şeyler. Bize geçmişimizi anlatacak, varlığımızı anlamlandırmamızı sağlayacak ve geleceğimize belki de ışık tutacak bilgi taşıma potansiyelleri olan nesneler. Bu yüzden akıbetleri ne olursa olsun bunların korunması, araştırılması ve birer hafıza nesnesi olarak görülmesi gerekiyor. Peki sizce bu noktada bizlere ne görev düşüyor?
Merak Kabineleri, müzeciliğe dair dikkat çeken, şaşırtıcı ve ilginç içerikleri derleyip paylaşma amacıyla yola çıkan bir girişimdir. Modern müzelerin öncüleri kabul edilen, “sıradışı, nadide ve garip” eserlerin sergilendiği tarihi kabinlerden ilham alarak oluşturulan bu platform, güncel müzecilik anlayışını yorumlamak ve arşivlemek için önemli bir kaynak sunmayı hedefliyor. Ayda iki kez yayınlanan e-bültenler ve dosya konularını derinlemesine ele alan bir podcast serisi ile müze kültürünü daha geniş bir kitleyle buluşturuyor. Projenin arkasında, müzeciliğin farklı yönlerinde akademik ve profesyonel deneyime sahip Ayça Bayrak Uluğ ve Emel Gülşah Akın bulunuyor. İkilinin çalışmalarıyla Merak Kabineleri, hem tefekkür hem de keşif için bir davet sunuyor.
KATEGORİLER
Bilgi Alın
© 2025 Scrolli. Tüm Hakları Saklıdır. Scrolli Medya A.Ş