0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Bir çığlığın hikâyesi: Ferdi Tayfur toplumda nasıl kökleşti?

Yazı: Sercan Meriç

Ferdi Tayfur’un ölümüyle yine arabesk kültür tartışmaları alevlendi. Arabesk müziğin en başat figürlerinden birisi ölünce bu tartışmanın yaşanması normal. 60 yıllık dönemin bir siması göçtü bu dünyadan. 

Bir yanda arabesk müziğe doğrudan itiraz edenler var, bir yanda toplumsal bağlamda anlamaya çalışanlar, öte yanda ise bu türün savunucuları. 

Sol cenahta ağırlıklı olarak Türkiye'deki halkların 1970’ler ve sonraki dönemdeki sınıf mücadelesine ket vuran kültürel olgulardan birisi olarak değerlendiriliyor arabesk… 12 Eylül darbesi henüz gerçekleşmeden önce ağırlıklı olarak “minibüs müziği” olarak adlandırılıyordu aslında bu tür.

Engin Ergönültaş, Sanat Emeği dergisinde “Orhan Gencebay’dan Ferdi Tayfur’a Minibüs Müziği” başlıklı bir analizde de arabesk tanımına rastlanmıyor. Derya Bengi’nin “70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük” kitabında atıfta bulunduğu bu analiz yazısı oldukça ilginçtir. Türün öncüsü olarak Orhan Gencebay öne çıkarılır. Ancak Ferdi Tayfur’a özel bir yer ve önem atfedilir. Bu yazıdan kimi dikkat çeken bölümleri aktaralım: 

- Tayfur’un şarkılarında sınır tanımaz coşkulara, çığlıklara, acılı seslere, akıl almaz inlemelere dönüşerek korkunç bir hızla ülkemizin dört bir yanına yayılıp duruyor. 

- ‘Minibüs müziği’ denilen müzik biçiminin dev isimleri Gencebay ve Tayfur’un planlarının radyo ve TV’de yayınlanmaları yasaklanmıştır. Devlet eliyle kitlelerden tecrit edilmeye çalışılan, buna rağmen hızla yığınsallaşabilen ve genel olarak kullanıldığı anlamdaki “kitle kültürü”nden farklı bir olguyla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkıyor.

'Minibüs müziği'

Bana kalırsa Ergönültaş’ın yazısındaki en dikkat çekici bölüm, "Minibüs müziğinin dinsel-mitsel unsurlarının kitleleri neden etkilediği” sorusuna Marx’tan verilen cevap… O da şöyle: “Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur." 

Bu bağlamda arabeski ele alırken, Marshall planını, topraksız kalan köylüleri, çarpık kentleşmeyi, komprador burjuvaziyi konuşmadan olmaz. Arabesk esasında tüm bu olguların sonunda ortaya çıkan bir tür. Ferdi Tayfur da bu sıkıntıları yakından yaşayan isimlerden birisi. Belki de bu nedenle “isyanından” çok “efkarı” var ve arabeskin önde gelen isimleri arasında en çok o “of!” çekiyor. Zira, Cemal Süreya da Orhan Gencebay arabeskini “Of!” Ferdi Tayfur arabeskini “Ah!” ünlemiyle özdeşleştiriyor.

Tarihsel açıdan bakıldığında bir imparatorluğun mirası olmakla övünen bir ulusun arabeskle denk düşmemesi de imkansızdı. Arabesk bizde sesten önce de sözdür dense yeridir. Yeter ki "Bir sabahçı kahvesinde" o sözü söyleyen birileri olsun. Bu Ferdi Tayfur yerine başkası da olabilirdi. Kentleşme hızı, sanayileşme hızını aşan coğrafyalarda bu tür "underground" sapmalar alışılagelmiştir. Mesela milenyumdan sonraki rap gibi…

Ferdi Tayfur ve 80'ler

Dönelim Ferdi Tayfur’a… Dalgalı saçları, kulak aşağısına uzanan faulleri, hafif ince gözleri, tebessümünün içerisine hapsettiği hüznü ile Ferdi Tayfur, okumayı-yazmayı bir hamaldan öğrendi. Adana’nın Hürriyet Mahallesi’nde doğdu, ki nasıl bir mahalle olduğunu Türkiye’deki az çok herkes bilir, daha 5 yaşına gelmeden babasını kaybetti, Çukurova’nın pamuk tarlalarını adım adım ezberleyen bir gençti. Ferdi Tayfur’un sesi doğduğundan beri dertliydi. 

Murat Meriç’in “Hayat Dudaklarda Mey” kitabından öğreniyoruz ki; 16 yaşında atlayıp İstanbul’a geldi. İlk plağını 1968 tarihliydi. Çıkışını “Çeşme” ile yaptı. Aynı isimli filmde hayat arkadaşı Necla Nazır ile tanıştı. Bir ömür beraber yaşadılar. Şarkılarındaki acıların ilacıydı Necla Hanım… Sinemada zor kabullendi. Onun filmleri kısa kliplerin artarda montajı gibiydi. Milyonlarca insan devletin tecrit ettiği bu ismin yeni şarkılarını dinlemek, yeni kliplerini izlemek için sinema salonlarına akın ediyordu. Tayfur’un o dönemde sinemadan Kemal Sunal’dan, Tarık Akan’dan, Şener Şen’den neredeyse 10 kat fazla para kazandığı haberlere konu olmuştur.

12 Eylül Darbesi, Türkiye tarihini değiştirdiği gibi arabeskin de tarihini değiştirdi. 70’lerin sonundaki o şaşalı günler geride kalmıştı. 

12 Eylül darbecileri, arabesk müziği "düzene aykırı", "melankolik" ve "toplumsal karamsarlık" yaratıcı bir tür olarak görmüş, onu yasaklamıştı. Darbe yönetiminin doğurduğu Özal ve onun ekibi de arabeske karşı mesafeliydi. 1989’da Özal hükümetinde yer alan Tınaz Titiz, “Acısız arabesk” girişimini başlatmış, bu vesileyle Hakkı Bulut’a beste bile yaptırmıştı. O dönemde Ferdi Tayfur, acısız arabeski “acısız Adana kebaba” benzetmiş, böyle bir girişimin başarısız olacağına dem vurmuştu. Yine, Derya Bengi’nin 80’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük kitabında bu mesele çok güzel anlatılır.

Tayfur'un mirası

90’lara gelindiğinde ise bu yasaklar gevşedi. Arabeskin babaları sırasıyla yeniden TV’lerde ve radyolarda öne çıkmaya başladı. Özel kanalların kurulması ile birlikte satış rekorları kırmaya devam ettiler. Bu sürede birçok farklı türde müzik yapan ismi de etkilemeyi sürdürdü arabeskin babaları… 

2000’li yıllardan sonra Ogün Sanlısoy, Ceylan Ertem, Ziynet Sali ve birçok farklı türde müzik yapan kişi Ferdi Tayfur şarkılarını seslendirdi. Birçok dizi ve filmde kendisine saygı duruşunda bulunuldu. 

Tayfur, telif meselesiyle ilgili, “Hayattayken de öldüğüm zaman da benim şarkılarımı herkes ödeme yapmadan dinleyebilsinler diye söyleyeceğim. Çünkü o şarkıları benim çocuklarım ya da mirasçılarım yapmadı. Ben yaptım o şarkıları ve halk duysun diye, insanlar faydalansın diye yaptım” demişti. 

Belli ki vasiyeti yerine getirilecek. Onun şarkıları daha çok uzun yıllar boyunca kulaklardan silinmeyecek.