Bizler, tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız; hayatlarımız.
Chuck Palahniuk, ünlü romanı Dövüş Kulübü’nün baş kahramanı Tyler Durden’a bu sözleri söylettiğinde yıl henüz 1996’ydı, romanın sinemaya uyarlanmasına ise daha üç yıl vardı.
80’lerin ikinci yarısından 90’ların ortalarına kadar Türkiye’de doğan bir neslin ezberlerinin bozulması hem çok kolaydı hem de çok zordu. Çünkü olan bitene ilişkin bilginin, kitaplardan, gazetelerden, televizyonlardan alındığı, bugünün diliyle offline (çevrimdışı) bir ‘ortam’da yaşanıyordu. İnternet, evet vardı ama çoğunluk için erişilebilir değildi. Türkiye’nin siyasi atmosferi ve genel ekonomik durum, hayata ve dünyaya dair bilgilerin de sınırını çiziyordu. Sınırın zayıflaması için Türkiye’nin dünyayla internet aracılığıyla bağlanmasını beklememiz gerekecekti.