TRT’nin dijital platformu tabii’de geçtiğimiz hafta yayınlanan Gassal dizisi, prömiyer tanıtımı için kullanılan tek cümlelik reklam metniyle çokça tartışıldı: ‘Ölünce beni kim yıkayacak?’
Dizi yayınlanmadan genel olarak kişisel travmaları tetiklediği, kaygı bozukluğunu artırdığı, mutsuzluk yaydığı, kamu yayıncısı sorumluluğuyla uyuşmadığı, dizinin teması, pazarlama yöntemi gibi görece daha kişisel veya ilkesel eleştiriler görmekle beraber, 6 Şubat’ta yakınını kaybeden insanların sitemine de şahitlik ettim.
Dizi yayınlandıktan sonra ise sanki troll savaşı varmışcasına tam tersi bir yorum ve paylaşım rüzgarı olumsuz görüşlerin yerini aldı. Hükümete yakın medya organları ve tanınan kişiler ile birbirinin tıpkısı paylaşımlar yaptığı için bir trol ağına dahil olduğunu düşündüren hesaplar dikkatimi çekti.
Elbette Gassal dizisinin de her medya ürünü gibi beğeneni ve beğenmeyeni olabilir; bunu hepimizin normal karşılaması lazım. İkinci bir not olarak da diziye dair şu ana kadar gelen temel olumsuz eleştirilerin içeriğe değil pazarlamaya dair olduğunu unutmayalım.
Öncelikle eğlence medyasında bir ürünün, ölüm, ayrılık ihanet gibi temalarla izleyicileri acı, keder, korku gibi neşeden uzak hislere yönlendirmek isteyebileceğini kabul edelim. Gassallık gibi çok görünür olmayan bir mesleği baş kahramanla odağa alan bir temayı ilgi çekici, dikkati üzerine toplayıcı etkisi olduğunu söyleyebilirim.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz mı?
Gelgelelim birçok kentteki yüzlerce açıkhava reklam mecrasında, Türkiye’nin bugününde kocaman puntolarla karşımıza çıkan ‘Ölünce beni kim yıkayacak?’ sorusunun sürtünmeyi ciddi anlamda artıracağı en başından hesap edilmiş olmalı. Zira ölüm, insanlar için belki de en kadim korku ve kaygı kaynağı olabilir. Reklamın viralleşmesi, konuşulması, hakkında yazılıp çizilmesi sadece bu değişkenlere bakıldığında işe yarayan bir taktik gibi görünebilir. Kurgulanan pazarlama taktiğini teoride işler gösteren bu etkenlerin altına sosyal ve kültürel bağlamı,toplumun birikerek çoğalan sıkışmışlığını ekleyince çarpan etkisiyle negatife döndü.
Sosyal bağlamı biraz açarsak ölüm herkesin bildiği, herkes için mutlaka gerçekleşecek ve aynı zamanda bu dünyayı terk etmek anlamına geleceği için kendin için olmasa bile geri kalanların üzüleceğini düşünüp bugünden olmamış bir şeye üzülmemize neden olabilecek bir olgu. Bu sebeple de günlük hayatın içinde pek fazla yer vermediğimiz bir sohbet konusu.
Güncel bağlam ise, doğal olmayan yollarla birçoğumuzun günlük hayatta farklı şiddet ve frekansta hissettiği ölüm korkusu. Yersiz olmayan bu korkuyu ortaya çıkaran ise koca/eski sevgililerin katlettiği kadınlar, alan kazanmak için apartmanın kolonunu kesip depremde herkesi öldüren işletmeler, yol verme kavgasında bir anda göğsüne birinin bıçak saplama ihtimali ve daha bir sürü şey.
Gassal dizisi için açılan resmi X hesabına hızlıca göz gezdirdiğimde aslında pazarlama ve içerik kurgusunun asenkron olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim. İlk sloganla yakalanan, konuşulma hacmi yaratan yaklaşımın yerini diziden ölüm ve yaşama dair aforizmik sözlerin, ızdırap dolu sekansların paylaşılması almış. Hatta öyle bir sapma var ki Family Guy meme’i görünce şaşırabilirsiniz. Marketing diliyle söylersek earned media ile paid media arasında olmaması gerektiği kadar belirgin bir akış farkı var.
Dizinin içeriği nasıl?
"Gassal", yoğun duygusal teması ve abartılı arabesk unsurlarıyla dikkat çeken bölümlere sahip. Bu yoğun duygusal atmosferin hikâyeyi gereğinden fazla dramatikleştirdiği, zaman zaman bir "çilekeş" hikâyesine dönüştüğü de bir gerçek. Dizinin viral olmuş editli videolar ve sosyal medya yankılarıyla gündemde olması, popülerliğini artırsa da hikâyenin bütünlüğü genel olarak derbeder bir atmosfere sahip. Hikâyenin bütünlüğü ise sürükleyicilik açısından tartışılabilir.
Buna rağmen, dizinin yönetmeni Selçuk Aydemir’in tarzı, kara mizah dokunuşlarıyla fark yaratıyor. Belki de diziyi izlenebilir kılan tek unsur da bu.
Gibi dizisinin ilk sezonunda Yılmaz’ın, Hollandalı bir yamyamın yediği arkadaşının babaannesinin cenazesinde İlkkan’a söylediği sözlerle kapatalım: ‘Yaşadığımız yetmiyor; bir de senden dinliyoruz hayatın acı gerçeklerini.’