0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Marco Grassi

'Bir tablonun aylar süren yolculuğu, dijital dünyanın hızlı temposuna ayak uyduramaz'

Söyleşi: Melis Bayraktar

talyan sanatçı Marco Grassi, hiperrealizm ile sürrealist öğeleri ustalıkla birleştirerek eserlerinde derin anlamlar yaratıyor. Çağdaş sanat dünyasının en etkileyici isimlerinden biri olarak dikkat çeken Grassi ile gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajda, dijitalleşmenin sanatçılara daha geniş kitlelere ulaşma imkânı sunduğunu vurgularken, aynı zamanda sanatın hızla tüketilen bir içerik haline gelmesinden duyduğu endişeyi dile getiriyor: “Bir tablonun aylar süren yolculuğu, dijital dünyanın hızlı temposuna ayak uyduramaz.

Çocukluk yıllarınızda gözlemlediğiniz dünyayı bugün yarattığınız sanatsal evrenle nasıl ilişkilendiriyorsunuz? Erken yaşlardaki deneyimlerinizin sanatsal kimliğinize katkıları neler oldu?

Çocukluk, yaşamımızın tümünü derinden etkileyen bir dönemdir ve benimki şanslı bir şekilde oldukça olumlu geçti. Sanatsal olarak da büyük bir ayrıcalık yaşadım; zira İtalya gibi kültürel zenginliklere sahip, birçok şaheserin yüzyıllara meydan okuduğu bir ülkede doğdum. Ayrıca sanata tutkuyla bağlı bir ailede büyümek, bu sanatsal mirasın içinde yetişmemi sağladı. Küçük çaplı bir koleksiyoncu olan büyükbabam, seramikten heykellere, pek çok eski ustanın eserlerini bir araya getirirdi. Böylelikle çocuk yaşta bu eserlerle çevrili bir ortamda büyüdüm.

 Evimizdeki tabloların ardındaki sanatçıları keşfetmeye çalışarak, sanat kitaplarına saatlerimi harcadım. Her bir sanatçının fırça darbelerini, renk paletini ve kendine özgü motiflerini inceledim. Bu deneyim, beni derinden şekillendirdi. Sanatla iç içe büyümek, her zaman birini sanat tutkunu yapmaz, fakat bu ilgi zaten varsa onu güçlendirir. Bu da kesinlikle benim üzerimde kalıcı bir etki yarattı.

Kariyerinizdeki dönüm noktası neydi? En çok heyecanlandığınız veya zorlandığınız projelerden bahsedebilir misiniz?

Kariyerimdeki dönüm noktası, üniversite yıllarımda Bologna’da restorasyon dersleri aldığım dönemdir. Eski ustaların tekniklerini öğrenmek ve bunları kendi stilime uyarlamak, sanat dünyasında iz bırakma kararımı kesinleştirdi. En zorlandığım ve aynı zamanda en heyecan verici projelerimden biri, “Evrimin Paradoksu (Paradox of Evolution)” adlı eserim oldu. Bu çalışma, tam üç yıl sürdü ve beni teknik olarak çok zorladı. İlk büyük tablomdu ve sektörün zorluklarıyla tanışmamı sağladı. Ancak aynı zamanda sanatsal yolculuğumda önemli bir adım oldu.

Çalışmalarınızda insan doğasına dair derin temaları işliyorsunuz. Bu temaları seçerken kişisel hayatınız sizi nasıl etkiliyor?

Kişisel deneyimlerim ve insanlık üzerine gözlemlerim sanatımda derin izler bırakıyor. Sanatın en güçlü yanlarından biri, evrensel duygulara hitap etmesidir. Yalnızlık, üzüntü, umut ya da hayal kırıklığı gibi hisler hepimizin bir parçası. Sanat, bu duyguları keşfetmek ve yansıtmak için güçlü bir araç. Özellikle insan doğasının karmaşıklığını ele alan çalışmalarımda, kendi hayatımın izlerini görmek mümkün. Kendi içsel dünyamda hissettiğim dengesizlikler ya da toplumsal olayların üzerimde bıraktığı etkiler, eserlerimde kendini açıkça gösteriyor.

Bunun yanında, insanla doğa arasındaki kırılgan ilişki de beni derinden etkileyen bir konu. İnsan kaynaklı iklim değişikliği, doğal kaynakların tükenişi, çevresel tahribat ve kitlesel türlerin yok oluşu gibi meseleler, günümüzde hepimizin yüzleşmek zorunda olduğu gerçekler. Bu sorunlar, benim de sanatımın ana temalarından biri haline geldi. “Evrimin Paradoksu” adlı eserimde, bu iki dünya arasındaki hassas dengeyi vurgulayan figürler yer alıyor. Tarih boyunca, insan olarak zayıflıklarımızdan güçlenerek evrim geçirdik; ancak bugün gelinen noktada, bu denge bozulmuş durumda. Teknolojik ve bilimsel ilerleme adına yaptıklarımız, doğaya ve bize zarar verecek bir hızda devam ediyor. Bu da aslında evrimin paradoksu. Sürekli gelişme arayışımızda, evrenin merkezinde olmadığımızı, onun sadece bir parçası olduğumuzu unuttuk.

Benzer bir temayı, “İnci Anası (Mother of Pearl)” ve “Esaret (Captivity)” adlı eserlerimde de işledim. “İnci Anası”nda, insanın hem doğaya hem de kendine olan bağlılığını ve aynı zamanda kopukluğunu ele alırken, “Esaret”te insanın kendini yarattığı sınırlar ve kısıtlamalarla mücadele etme sürecini resmettim. Her iki eserde de doğanın bir parçası olduğumuz gerçeğini hatırlatmaya çalışıyorum; ancak bu parçanın aynı zamanda ne kadar kırılgan ve geçici olduğunu da göstermeye gayret ediyorum.

Bir sanatçı olarak, dünyayı gözlemlemek ve bu gözlemleri kendi filtremden geçirerek yeniden yorumlamak benim için kaçınılmaz. Bu hem kişisel deneyimlerimden hem de yaşadığımız küresel sorunlardan beslenen bir süreç. Özellikle son yıllarda, bu kaybolmuş dengeye dikkat çeken eserlerimle, izleyiciyi düşünmeye ve harekete geçmeye davet etmeyi hedefliyorum.

İnsan figürlerini hiperrealist bir şekilde tasvir ederken sürrealist öğeler de ekliyorsunuz. Bu figürler sizin için neyi sembolize ediyor?

Figürlerim, insanın hem fiziksel hem de duygusal dünyasındaki dönüşümleri temsil ediyor. Hiperrealizm, sadece dışsal gerçekliği değil, içsel çatışmaları ve duygusal derinlikleri de yakalamama yardımcı oluyor. Sürrealist öğeler ise, bu içsel dünyayı daha özgür ve sembolik bir şekilde ifade etmemi sağlıyor. Figürlerim, çoğu zaman insanın kendi içsel yolculuğunu yansıtan semboller haline geliyor

Sanat tarihine baktığımızda her dönemde sanatçılar toplumsal mesajlar vermiştir. Siz eserlerinizde toplumsal mesajlar verirken estetik değerleri nasıl dengeliyorsunuz?

Sanatın estetik değeri, iletilen mesajla birlikte önemlidir. Eserlerimdeki sürrealist öğeler, izleyiciyi düşünmeye sevk ederken aynı zamanda onları estetik bir yolculuğa çıkarıyor. “İnci Anası” adlı çalışmamda figürün içsel ve dışsal dönüşümünü ele alarak, insanın kendi benliğiyle olan karmaşık ilişkisini anlatıyorum. İzleyicilere bu dönüşüm sürecinin aslında hepimizin bir parçası olduğu mesajını vermek istiyorum.

Eserlerinizde belirgin kontrastlar var. Bu kontrastlar sanatsal ifadenizin bir parçası olarak nasıl bir işlev görüyor?

Eserlerimdeki kontrastlar, derin anlamlar taşıyan çok katmanlı bir anlatım oluşturuyor. Hem geçmiş ile moderni bir araya getirerek hem de ışık ve gölge oyunlarıyla bu zıtlıkları vurguluyorum. Özellikle sfumato tekniğini kullanarak, figürlerin üzerinde oluşturduğum yumuşak geçişler, izleyiciye gerçekçilik hissi verirken, aynı zamanda eserlerimin dramatik ve duygusal boyutunu da artırıyor. Bu kontrastlar, sadece görsel bir etki yaratmanın ötesine geçiyor; izleyiciye içsel çatışmalar, toplumsal meseleler ve insan doğasının karmaşıklıkları hakkında derinlemesine düşünme fırsatı sunuyor.

Sfumato tekniğini bilmeyenler için açıklar mısınız? Ve bu teknik çalışmalarınızda nasıl bir rol oynuyor?

Sfumato, özellikle İtalyan Rönesans ressamları tarafından ustalıkla kullanılmış bir tekniktir ve benim de eserlerimde önemli bir yer tutuyor. Bu teknik, renklerin ve ışık gölge oyunlarının yumuşak geçişleriyle birlikte, derinlik ve atmosfer yaratma konusunda bana büyük bir esneklik sağlıyor. Sfumato, figürlerimin daha gerçekçi ve duygusal bir derinliğe sahip olmasına yardımcı olurken, izleyicilerin dikkatini sahnenin bütünlüğüne yönlendiriyor.

Bu tekniği kullanarak, yüzeydeki gerçekçiliği artırmanın yanı sıra, izleyiciye derin ve çok katmanlı bir deneyim sunmayı hedefliyorum. Duygusal atmosferin yaratılmasında da sfumato önemli bir rol oynuyor; çünkü insan figürlerinin yüzlerindeki ince geçişler, izleyicide güçlü bir empati uyandırıyor. Sonuç olarak, sfumato benim sanatsal ifademde sadece bir teknik değil, aynı zamanda izleyicinin eserle kurduğu duygusal bağın derinleşmesini sağlayan da bir araç.

Dijitalleşmenin sanat üzerindeki etkisine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Dijitalleşme, sanatçılara yeni fırsatlar sunuyor. Geleneksel galeriler ve müzeler her sanatçıya erişim sağlamayabilir, ancak dijital platformlar birçok sanatçının kendi eserlerini daha geniş kitlelere sunmasına olanak veriyor. Ancak, bu durumun bazı dezavantajları da var. Sanatın sadece bir ‘içerik’ olarak görülme riski mevcut. Sosyal medya algoritmaları ve hızla tüketilen içeriklerin baskısı, sanatçılar üzerinde sürekli bir şeyler üretme ve paylaşma zorunluluğu doğuruyor. Benim gibi bir sanatçının bir tablosunu tamamlaması aylar hatta bazen bir yılı bulabilir. Bu nedenle, bu hızlı içerik üretme baskısına ayak uydurmak hem zor hem de arzu ettiğim bir şey değil.

Hiperrealist ve sürrealist unsurları bir araya getirerek, insan figürleri üzerinde çalışmak için detaylara ve derinliğe odaklanmam gerekiyor. Bu da zaman ve sabır gerektiren bir süreç. Dijital platformların hızla tüketilen doğasıyla uyuşmuyor.  Ayrıca, dijitalleşmenin sanatın yorumlanma biçimini de değiştirdiğini düşünüyorum. Eserlerim fiziksel olarak sergilendiğinde, izleyici tuvaldeki dokulara, boyanın yoğunluğuna ve fırça darbelerine birebir tanıklık edebilir. Bu, eserin yarattığı duygusal etkiyi derinleştiren bir deneyim. Ancak dijital platformlarda bu etki bir ölçüde azalıyor; çünkü ekran üzerinden görülen bir eser, fiziksel boyuttaki zenginliği tam anlamıyla yansıtamayabiliyor. Bu nedenle, dijital platformların avantajlarını kullanırken, fiziksel deneyimin yerini tutamayacağını düşünüyorum.

Yine de dijital dünyanın sunduğu fırsatları göz ardı edemem. Sanatın dijital dünyada yer bulması, daha fazla insanın sanata erişebilmesi açısından büyük bir fırsat.

İtalya’nın sanatsal mirası, modern sanat dünyasında nasıl bir rol oynuyor?

İtalya’nın sanatsal mirası tartışmasız bir şekilde dünyanın en zenginlerinden biri, fakat bugün İtalya’nın sanat dünyasının merkezinde olmadığını söyleyebiliriz. Bugünün sanat dünyası çok daha küresel, çok daha çeşitli. Bir zamanlar ihtişamlı bir geçmişe sahip olan ülke, artık sanatta merkez bir rol oynamaktan ziyade, sanatsal geleneğin korunduğu, adeta bir hac merkezi konumunda. Özellikle Venedik Bienali gibi etkinliklerle canlı bir sanat sahnesine sahip olsa da İtalya, moda ve tasarım başkenti olarak çok daha güçlü konumda.

Türkiye’de güçlü bir takipçi kitleniz var; yakın zamanda Türkiye’de bir sergi açmayı düşünüyor musunuz?

Kültür Bakanlığı’nızın yürüttüğü çalışmaları duyuyorum ve İstanbul’da gerçekleşen sanatsal etkinlikler gerçekten çok güzel. Sizleri ziyaret etmek muhteşem bir deneyim olur buna eminim. Ancak yılda sadece bir veya iki eser yaratabiliyorum, dolayısıyla sanatsal üretimim oldukça sınırlı. Bu eserler dünya genelindeki çeşitli özel koleksiyonlarda yer alıyor.  Türkiye’de de yer almasını çok isterim ancak bu sene için böyle bir sergi programım yok.

Bu söyleşideki görsel materyaller sanatçının izniyle kullanılmıştır.